Ana SayfaPsikolojiÇocuk PsikolojisiNasıl öğreniyoruz neden öğretemiyoruz?

Nasıl öğreniyoruz neden öğretemiyoruz?

-

Öğrenmek ve öğretmek aslında sanıldığı kadar basit değildir. Özellikle beyni daha iyi tanımamızı sağlayan teknolojiler bize, daha iyi öğretebilme şansı tanıyor. Herkes aynı şekilde öğrenemiyor ve herkes bildiklerini başkalarına öğretemiyor. Bilimsel gelişmeler daha iyi öğrenmemizi ve öğretebilmemizi sağlayabilir.

Nasıl öğreniyoruz neden öğretemiyoruz

Çocuklarda beyin gelişimi nasıl gerçekleşir?

Nörobilim sayesinde öğrendiğimiz önemli şeylerden biri, beynin nöro plastisite dediğimiz kendini yeniden yapılandırabilme yeteneği olduğudur. Bir diğeri ise 0 – 3 yaş arası önemli kazanımların olduğu bir dönem olsa da sıkça söylendiği gibi beyin gelişiminin bitmediğidir.

Beyin, doğumdan sonra kendisini oluşturan sinir hücreleri (nöronlar) arasında binlerce bağlantı (sinaps) yapmaya devam etmekte, sonra onların gereksiz olanlarını budayarak 30’ lu yaşlara kadar gelişimini sürdürmektedir. Bu sinaptik bağlantılar ne kadar sık kullanılırsa o kadar kuvvetlenmekte, kullanılmadığında kaybolmaktadır. Öğrenme ile yeni bağlantılar meydana gelmekte ve beyinde işlevsel olarak sürekli bir değişim oluşmaktadır.  Aslında kalıcı olarak öğrenmek ve öğretmek için sandığımızdan daha çok zamanımız vardır.

Nasıl öğreniyoruz?

Öğrenme, beyinde gerçekleşen kimyasal ve biyolojik değişikliklerle oluşur. Gelen uyaranları bütün duyularımızla alırız. Ancak bu duyu belleğimizin kapasitesi kısıtlıdır. En çok 3 – 7 maddeyi alabilir ve yarım ile 3 saniye içinde unuturuz. Unutmamak için başka şeyler gerekir. Bunlardan en önemlisi, dikkattir. Bu nedenle verilen bilginin dikkati yoğunlaştırabilecek şekilde verilmesi, bilgiyi alacak olanın da dikkatini yoğunlaştırabilmesi gerekir. Ama dikkat bilginin hatırlanması için yetmez. Karşımıza iki farklı bellek daha çıkar.

Kısa süreli belleğin kapasitesi biraz daha fazla olup kümelenmiş 7 – 9 maddeyi 5 – 15 saniye depolayabilir ama tekrarlanmazsa unutur. Çalışan bellek ise kavrama, öğrenme ve akıl yürütme gibi karmaşık görevlerin geçici olarak depolanmasını ve bilgilerin manipülasyonunu sağlayan bellektir. Tekrarlamalar ve eski bilgilerle kurulan bağlar,  nöronlar arasındaki bağlantılarda değişimler yaparak öğrenilen bilginin uzun süreli bellekte depolanmasını sağlar. Uzun süreli belleğin kapasitesi sınırsız ve kalıcıdır. Doğru öğrenme ve değişim; Bilgiyi gerektiğinde nereden ve hangi bilgiyi nasıl geri çağıracağını öğrenmek demektir.

 

Edinilen bilgi nasıl kalıcı hale getirilebilir?

Öğrenilen bilginin, değişim yaratabilmesi ve uzun süreli kavramsal ağlara katılabilmesi için beynin, prefrontal korteks dediğimiz bölgesinde işlem görmesi gerekir. Beynin üstündeki kabul kısmına kortex, onun ön kısmında yer alan bölgeye ise prefrontal kortex diyoruz.

Bu bölge öğrenme için çok önemli. Çünkü bu bölge yargılama, dürtü kontrolü, organizasyon becerisi, planlama ve yürütmeden sorumludur ve erken erişkinlik dönemlerine kadar gelişmesi devam eder.

Beyin sürekli etraftan gelen uyarıları almakta ve değerlendirmektedir. Gelen uyarılar öncelikle beynin amigdala denen duyusal merkezi tarafından değerlendirilir. Amigdala daha önceden tanıdığı duyuları da yanına ekleyerek bu bilgiyi prefrontal kortex ile paylaşır. Prefrontal kortex ise değişik bölümleri ile bilgiyi işler ve daha önce sahip olduğu bilgiyle harmanlayarak yeni bilgilere yön verebilecek düzenlemeyi yapar. Yani gerçek öğrenme, araştırmacı bir yaklaşım, bilginin üzerine ekleme, bilgiyi kullanıp yeni buluşlar yapmak için prefrontal kortekse ihtiyaç vardır.

Günümüzün yaygın sorunu stres öğrenmeyi etkiliyor mu?

Eğer amigdala değerlendirmesi sırasında yoğun stres algıladıysa uyaranı prefrontal kortekse göndermeden daha aşağıdaki beynin daha az gelişmiş, yani daha ilkel merkezlerine gönderir. Çünkü çok iyi dizayn edilmiş bir işlemci olan beyin, stres anında sadece kendini kurtarmak için gereken basit şeyleri yapmaya programlanmıştır. Bunlar; Ortamdan uzaklaşmak veya bedenen bir tepki vermektir. İşte bu nedenle, sınıf koşulları ya da ders anlatan kişi nedeniyle stresli ortamlarda bulunan öğrencilerin, boş bakışlarla hayal kuruyor olmaları veya olumsuz davranışlar içinde bulunuyor olmaları tesadüf değildir.

Stres beyni daha ilkel, yani daha az uygar çalışmaya zorlar, stresli olursak evrimsel olarak geri gideriz. Öğrenme bozulur, ilgi kaybolur. Öğrenci ezber yapabilir ama yaratıcı olamaz, oysa öğrenme ezber değildir.  Biz öğrenmeyi nispeten kalıcı ve uzun süreli değişim olarak tarif ediyoruz. Bu işleyişi bilmeyen öğretmen, kendisinin öğretemediğinin farkına varmaz, öğrencisinin beyninin öğrenemediğini düşünür.

Ruh sağlığı ile öğrenme arasında nasıl bir bağlantı var?

Kaygılı durumlarda bir stres hormonu olan kortizol seviyeleri daha yüksektir. Kortizolün ise hipokampusta bilginin uzun süreli hafızaya işlenmesinde engelleyici rolü vardır. Kaygı bozukluğu olan birini öğrenmek için zorlamak, öğrenmesini daha da bozar. Önce kaygı düzeyini azaltmak gerekir.

Klinik depresyon ise beynin bilişsel işlevlerini direk olarak bozar. Depresyondaki seratonin ve noradrenalin adı verilen beyin hormonlarının kimyasal dengesizliği tekrarlayıcı olumsuz düşünce, yeni bilgiye kapalı olma, konsantrasyon ve dikkat bozukluğu, hafıza bozuklukları ve kaybı, bozulmuş yanıt/tepki süresi ve dikkat çeldiricilere daha hassas olma yollarıyla bilişsel kapasitede düşüş yapar. Çocukluk veya ergenlikte depresyonun hızlı ve beklenmedik akademik kayıplara, hatta sınıfta kalmalara yol açması bu yüzdendir.

Maalesef ülkemizde halâ gençlerde depresyon tanınmamakta, aksine ebeveyn ve öğretmen tarafından sadece akademik düşüş fark edilmekte ve buna karşı baskı yapılarak depresyon ağırlaştırılmaktadır. Oysa ki öğrenmeyi artırmak için öncelikli olarak yapılması gereken beyin kimyasındaki bozulmanın tedaviyle düzeltilmesidir.

Bir başka sık görülen sorun olan DEHB dir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda kısa süreli bellek de bilgiyi tutabilme çok daha kısa ve bellek kapasitesi düşüktür, Çalışan bellek sorunludur. Buna dikkat azlığı da eklenince, daha çok tekrar, daha fazla duyusal uyaran gerekir. Öğrenemiyor diye öğrenciye kızmak ve onu eğitimden uzaklaştırmak yerine, bu bilgi ile eğitimci, beynin nöroplastite mucizesini kullanarak kendinin DEHB’li çocuklara öğretebilme kapasitesi arttırabilir ve onların öğrenmesini sağlayabilir.

Eğitimcilerin nelere dikkat etmesi gerekir?

Eğitimciler beyini ve nasıl işlediğini tanıdıkça, bağlantıları ve değişim kapasitesini nasıl yönetebileceklerini öğrendikçe öğrenciler de kendi beyinlerini nasıl değiştirebileceklerini öğrenecektir. Bunun için yeni bilgilerle eğitimcilerin, önce kendi öğrenme sistemlerini değiştirmesi ve başka disiplinlerle iş birliği yapmaları ilk adım olabilir. Her şeye rağmen unutmamak gerekir ki yaptığımız işten heyecan duymuyor ve heyecan yaratamıyorsak nörobilimdeki gelişmeler ve beyinin nöroplastitesi bizi geliştirmeye yetmeyebilir.

Çocuklara neden öğretemiyoruz?

Bütün bu sürece baktığımızda aslında niçin çocukların başarısız olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü çocuklar nasıl öğreneceklerini bilmiyor. Onlara öğrenmeyi değil, sınavlarda başarılı olmaları için gerekli bilgiyi ezberlemeyi öğretmeye çalışıyoruz. Öğrendikleri bilginin sınav dışında nasıl kullanılacağına ilişkin bir sistem yapılmıyor.

Öğrenmeyi engelleyici durumları anlayabilecek, değerlendirebilecek ve gerekli yönlendirmeyi yapabilecek eğitici yetiştiremiyoruz. Okullarda rehberlik bölümleri sayı olarak yetersiz kaldığı gibi eğitimleri de sorunlu. Bunun sonucu olarak, çocuğu değerlendirip, sorun çözmeye ve daha iyi öğrenebileceği bireysel yöntemleri bulmaya değil, çocuğu suçlamaya ve eğitim sisteminden dışlamaya yönelik çalışıyor.

Daha iyi bir eğitim, öğretim için neler yapılabilir?

Tüm bunların değişmesi için, okul öncesinden başlayarak eğitim sisteminin yeniden kurgulanması gerekir. Öğretmenlerin eğitimlerinin gözden geçirilmesi gerekir. Çocukları okul öncesinden başlayarak tüm yönleri ile değerlendirmek ve alacağı eğitimi belirlemek lazım. Aileler de eğitilmelidir.

Sınav tabi ki olacaktır ama sınavla girilecek okul sayısı bu kadar çok olmamalıdır. Genel eğitimde okulların verdikleri eğitimler eşitlenmeli, her yerde olduğu gibi az sayıda, belli yetenekte ki çocukların girecekleri okullar için sadece sınav yapılmalı, kalan çocuklar değerlendirmelere göre dağılmalıdır. Arada gelişime göre geçişler sağlanabilmelidir. Yani başaran başarır kalanı bizim sorunumuz değil yerine, kim nasıl başarır ve neyi başarır, bunun için ne yapılmalıdır? Asıl bunların peşine düşmemiz gerek.